Meçhul Sevgiliye 2. Mektup

Merhaba Yaban Gülüm

             Bu günümü,freni boşalmış bir otobüsün başı boşluğu içindeki duygularıma sakin bir peron aramakla geçirdim. Ne yediklerimin tadını anlayabildim,ne de içtiklerimin. Kandıramadı beni sahte mutluluk oyunu. Poliyana’cılık bana göre değil. Hatırlarsan,bunu bana sen söylemiştin. “Asık suratında bile tarifsiz bir gizem var. Sana yakışıyor.” Demiştin ya... Haklıymışsın. Beceremiyorum poliyana’cılığı. Olduğum gibi kalmak daha az acı veriyor zira. Olduğum gibi olmak, bana kutsal bir emanetmiş gibi teslim edilmiş acılarıma sahip çıkmanın anlamsız onurunu yaşatırken; Emanete hıyanet etmeme gibi bir sorumluluk ta yüklenmek mecburiyetinde his ediyorum kendimi. Yokluğunun tarifi mümkün olmayan acılarına sarılmak ve onları sahiplenmeyi de,daha dürüstçe buluyorum.

             Bu gün,güneye göç eden bir göçmen kuş grubu bütün zamanımı düşünmeyle geçirmeme sebep oldu. Göç... Yani kopuş. Yani bilinmeze doğru yorgun kanatların durmadan çırpması. Yani asırlık çınar köklerinin,bağlı oldukları topraklardan çatırdayarak sökülüp,bilinmeze doğru yürümeye başlamasını düşündüm saatlerce.

              Orta Asya’dan Avrupa’ya göç eden Atilla’nın Asya’ya özlemi var mıydı? Acaba diyorum. Büyük İskender’in Persepolis’e vardıktan sonra “ Ya geri dönemezsem” diye garip korkuları olmuş muydu? Kristof Colomp’la yeni dünyayı keşfe çıkmış zavallı tayfanın,keşfedilecek yeni dünyada sahip olabileceği hazinelerin,İspanya’da bıraktığı sevgiliden daha mı değeri fazlaydı? Ya yedinci haçlı seferine katılmış olan şövalye,Gavur dağlarını aşıp Antakya’ya inerken uğradıkları baskından sonra aldığı yaraya bakıp; “Benim buralarda işim ne?” diye ciddi,ciddi düşündüğü olmuş muydu?... Göçler kaçınılmaz bir son mu, yoksa maceraperestlerin asla vazgeçilmezi miydi?Yoksa mecburiyet miydi göç? Aksi taktirde neden göç edilsin ki? Öyle ya. Peki ben,neden Söke’deyim ki? Sahi ben... Neden....

            Neyse ...Yaban Gülüm. Her hataya uydurduğumuz bir gerekçemiz mutlaka vardır. O gerekçeye sarılıp kabahatlerimizden kurtulma gibi bir yeteneğimiz de olmasaydı mümkünü yok,delirirdik.

             Havalar soğumaya başladı burada. Rüzgarın taşıdığı soğuk,şimdi senin yaşadığın o coğrafyanın masalımsı hatıralarını taşıyor sanki. Ben göğsümü seni his ederim diye hiç düşünmeden açtım rüzgara. Ama sen kendine iyi bak üşütme. Zaten kesik,kesik öksürüyorsun son zamanlarda. Bir de üşütürsen büsbütün elden ayaktan düşersin. Lütfen kendine iyi bak. Sen acı çekince ben kanıyorum. Biliyorsun.

             Bana asla cevap yazmayacağını biliyorum. Ama ben sana yarın,yine yazmaya devam edeceğim.

 

 

                                                                                             2 Aralık 2004

                                                                                                   SÖKE